29 Mayıs 2012 Salı

29 Mayıs 2012

     Sevgi ve nefret arasında sıkışıp kalanların düştüğü gibi bir muamma bu....peki öldürür mü beni ? Sanırım yazamayacağım bir süre sonra, kendimi teslim edeceğim bütün boşvermişliklerin koynuna ve tüm korkaklar gibi bir kutu ilacın huzuruna sığınacağım sessizce. Şu an gözlerimden atlamak için mücadele veren gözyaşlarıma nasıl hükmedebiliyorum bende bilmiyorum. Köşeye sıkıştırılmış bir fareden hiçbir farkım yok, öylesine korkak, aciz ve çaresizim. Kalp atışlarım bir metre öteden duyulurken ben bekliyorum öylece ölüm fermanımın çıkacağı anı.
     Değişik birşeyler yapsam mesela, birilerini kırsam, öfkelensem, bağırsam, çığlıklar atsam. Yüzüne onlarca  haykırmak istediklerimi bir bir saysam. Kalmasa içimde hiçbirşey. Herşey, herşey dökülse dilimden..... Utanmasam mesela, herkese her şeyi anlatsam...sonra yine sussam uzun uzun...Ağlasam hıçkırıklara boğulsam...içimi çeksem uzun uzun...Ve yine akıtsam damarlarımdaki kanı...damla damla süzülüşlerini seyretsem...Bir sigara, bir sigara daha derken geceleri sabaha vursam. Annem babam olmasa mesela...ben öksüz ve yetim olsam bu dünyada. Varlıklarında yokluklarına katlanmak yerine, yoklarda yalnızım diyebilsem. Ve delirsem, herkes kadar...kendim kadar...kendim olana kadar delirsem.
      Bilmesem hiç-bir-şey, dilsiz bir lâl olsam ve sağır ve hatta âmâ...Nankörlük mü ? Bilmiyorum.... Ama bildiklerimin ağırlığı altında ezilirken çoğunu bilmemeyi tercih edeceğim bu hayat hikayesini sonsuza dek unutsam. Olmasa hafızam, herkes gerçekten yabancı gerçekten uzak olsa ve ben kaybolmasam artık kendi bilinçaltımın o kara girdaplarında. Sessizlik, sükûnet....fırtına sonrası durgun denizler gibi olsa zihnim. Bu düşünceler....bu düşünceler beynimi kemiren kurtlar gibi durmuyor,vazgeçmiyor, açlıktan kendini kaybetmişcesine yiyor içimi.
       Ruhum yetim..ruhum öksüz...ruhum her görenin horladığı pis bir sokak çocuğu.. Alışmış itilmeye, aşağılanmaya...Sahip olabildiklerine kör, olamadıklarını çoktan boşvermiş bir serseri... Ruhum acıyor, ruhum kanıyor, ruhum benden şikayetçi ben ise kendimden...Kendimle barışamıyorum, affedemiyorum, se-ve-mi-yo-rum kendimi....Benliğim bir çöplük, bir bataklık, bir hapishane bu geçmişim. Müebbetim..... Karanlığa, umutsuzluğa ve yalnızlığa müebbet cezam...Ne çok istemiştim kendimi bir idam sehpasında görmeyi, tıslayan bir gülümseme ile veda etmeyi bu pis iğrenç düzenli dünyaya.
     Değişik bir-şey-ler yok işte. Ben....küçücük dünyam....tecrübe ettiğim her tedavi yöntemi ve tecrübe ettiğim bilmem kaç yüz beşeri insan davranışıyla aynı labirentin hep aynı sokaklarında zehirleyeceğim kendimi. Zehir mi ? Ona ne hacet...bu düşünceler bir yılanın zehrinden daha ölümcül değil mi ? Yürüyorum işte bilmem kaçıncı kez yine aynı sona....Hepinizin suratına tükürmek isityorum !!!

Elveda demek istiyorum...elveda.....bu kez kimse selametle kalmasın, hoşça da kalmasın....Hesap günü karşılaşıncaya kadar   ELVEDA.....!!!!
   

18 Mayıs 2012 Cuma

18 Mayıs 2012

An gelirde sözcüklerimi çalarlar diye anlatmaya korkuyorum şimdi içimde taşımaktan utanç duyduğum kelimeleri...Kaçıyorum, kendimden, sizlerden, herşeyden ve herkesden...Konuşmuyorum, dinliyorum, bekliyorum tek iletişim aracım harflerle ilişkim müebbete mahkum. Susuyorum mütemadiyen, konuşmak için gerekli özneleri çıkartıyorum hayatımdan ve yazmanın tek başınalığına sığınıyorum uzun uzun...Bilirim insanlığa faydalı tek bir söz çıkmaz dilimden, acıların resmini çizer şiirlerini yazabilirim elbet...Savunacağım hiçbir kalem yok elimde...tek avuntum harflerin hesap sormaması...suçlamalardan uzak ve önyargılardan sadık bir köle gibi itimat eden harfler....Onlarda bilir yirmi dokuz harften fazladır sustuklarım...Dans ederken korkularımın melodisinde partnerim yalnızca yalnızlığım olur bir şizofrenin hayal dünyasına sığınan...Aşk denilen mevhumu dilime bile almıyorum artık, bu kelimenin altında yatan bataklıkta gençliğimi ve masumiyetimi öldürdüğümden beri.Gözlerime mil çekmişken görmemem gereken gerçekler, karanlığın aydınlığa kavuşmasından banane ? Benim güneşim doğmamak üzere battığından beri ilaçları bile reddeden bu hastalıklı ruh kime çare ? Bu muazzam eserin sahibi benim evet bütün bunlara neden olan kadın benim, kendimle birlikte birkaç hayatın ucuna dokunsa da bu hikaye tümünün ceremesi çeken zavallıyım ben...

18 Mayıs 2012

Hala silinmiyor gözlerime kazınmış o sahneler ne aklımdan, ne kalbimden ne de ruhumdan...Kulaklarım unutmak istemiyor o sözleri...sonra ben istesem de insanlar unutturmuyor sanki bana düşmancasına. O ev, o insanlar, uykusuz geceler, intihara meyilli saatler, saniyelerin asır gibi geçtiği zamanlar silinmeyecek yazıyla yazıldı. Hafızama kazınmış hiçbir sahne taze ve sıcak değil ki ısıtsın içimi...Elimde kalan bayat, acı ve soğuk buz gibi hatıralar. Hatıra çöplüğüm öylesine kirlenmiş ki çamurlu insanların ayakları altında....Şimdi hayal dolu çiçekli bahçeler talan, masmavi gökyüzü griye meftun ,bembeyaz papatyaların bile koparılıp alınmış tüm masumiyeti... Ardında bu kadar enkaz bırakabilen ben...vurgun olduğum hüzünle öylesine kaynaştım ki geleceğin getireceği ihtimallerin yakıcı sesi bile ısıtmıyor içimin kristalleşen çiğ tanelerini.... Beyaz gelinliğimmiş kefenim ve en sevdiklerimmiş kalemimi kırıp beni bu sonsuz acıya gark eden. Parmaklıkları olmayan bir hapishane eşiliğinde koluma taktıkları gardiyanımla geçen 15 ay....Siz hiç hayatınızda var olan birinin ölümünü ölesiye istediniz mi? Siz hiç birinin ölmesi için günlerce,aylarca ağlayıp dua ettiniz mi ? Bilir misiniz ne demek hissettiğin tiksintileri ve nefretleri yalnızca içinde taşımak ve gülümseme maskesiyle herkese mutlu görünmek ? Siz mecburiyet ne demek bilir misiniz? Bir hayatın en büyük hayalinin bir anda cehenneme dönmesi, başı ayrı sonu ayrı bitişi daha ayrı bir işkence senaryosunda oynaması ne demek? Bilemezsiniz, anlayamazsınız...Şimdi ben neden kızmayayım bedava kazandıkları mutluluklara burun kıvıranlara ? Belki kimseye altın tepside sunulmuyor mutluluk ama sen kendi tercihlerini yaşıyorsan bundan kimi mesul tutarsın? Derdim şikayet değil ki...ruhum böylesine kararmış ve umud adı taşıyan her bir hücresini öldürmüşken....kızgınlığım da kendime...isyanım da...Sitemim şu zavallı kalbime. Şu sıralar insanlara tahammülsüzlüğüm belki de bundan.... Mutsuzlar diye kızıyorum onlara, memnuniyetsizliklerine, umursamazlıklarına, şükürsüzlüklerine kızıyorum... Allah biliyor ya...bir gelsin o çok beklediğim an, tek korkum onlar gibi sıkılmak değil sıkılabilme ihtimalidir...!

10 Mayıs 2012 Perşembe

10 Mayıs 2012

Acı çekmekten zevk alan dostlarım var, mutsuz olmaktan ve hatta çevresine dalga dalga o mutsuzluğu yayıp, herkesi o  mutsuzluğa gark etmekten haz duyan dostlarım. İşte içimdeki tüm bastırılmış kinlerim, acılarım, suskunluklarım bu anda peyda oluyor isyan bayraklarını kaldırırcasına. Boşuna mı yaşıyoruz ? Hiç mi ders almıyoruz bu hayattan, hiç mi akıllanmıyoruz ? Tamam umut tacirleri olmayalım diyorum ya sürekli, Pollyanna da olmayalım ama hayat akıp giderken biz acımızı yaşadığımız günde mi durduralım takvimleri ve saatleri ?