26 Ağustos 2014 Salı

26.08.2014

      Otuz yılımın özeti kemiriyor içimdeki hücreleri. Bu geçmeyen geçmiş, bu kaçmaya çalıştıkça daha çok yakalandığım gerçekler bir kanser hücresi gibi hızla sarıyor içimi. Kilitli kapılarım açıldı, unutmaya çalıştığım her ne varsa bir kaç damla kan ile çıktı göğsümden dışarı. Gecelerimi kabusa çeviren, saçlarımı yolduran, hıçkırıklarımı kesen krizlerimle, yine aynı evde, yine aynı dört duvara mahkum edildim.
      Sığındığım son limanım, tutunduğum tek dalım, beni aşka ve umuda inandıran, gerçeğim sandığım, gerçek sandığım bir rüyadan uyandırdı beni.
      Kabusları, korkuları, kaçmaya çalıştığım her ne varsa hepsini bir araya getirip usulca uzaklaştı. Sanki amacı bana geçmişi umutturmamakmış gibi, sanki niyeti çırpındığım bataklıkta beni ölüme terk etmekmiş gibi. Sanki düşmanlarımla işbirliği yapıp ruhumun kalesini içeriden yıkmak istemiş gibi.
      Bu hangi son bilmiyorum, neyin ve kimin sonu? Baştan kayıtsız şartsız teslim olduğum için kaybettim bu oyunu, yaşadığım onca tecrübeye rağmen hala birinin beni gerçekten seveceğine inandığım için, onca yıkıma rağmen güvenecek bir kalp taşıdığına inandığım için.
      Kusurlu olan bendim oysa, hayatı boyunca kötü rollore giren bendim, hata yapan ben olmalıydım...
      Tüm bu nefretimin tek sebebi değil bu yaşananlar, geçmişimden tek tek bir araya topladığım onca acı hatıranın enkazından canlı çıkan ruhlarına teslim oluşum bu. Tüm gücüm güvendiğim insan tarafından yıkıldığı için bir anlamı kalmadı hayatın. Hemen şuracıkta ölüm meleğini beklemek daha kolay geliyor yaşamaktan.
      Senin tepkisizliğin öldürüyor beni, ihtiyacım olduğunda yanımda olmadığından kayboluyorum bu dipsiz kuyuda.
      Kendimi tekrar toparlayacak gücü bulduğumda bitecek seninle tüm hesabım, hiç bir zaman layık olamadığım o gelinliği asla hak edemediğim annelik duygusunu da öldürüp, bu lanet olasıca hayattan insanların nasıl da kolay mutlu olduklarına kafa yoramayacağım bir yerlere gideceğim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder